|   | 
  • Cevahir Kadri

    Yitik Sevdanın Yolunda (I)

     

    Şimdiki gençlik bilir mi bilmez mi bilmem ama yaşı benim gibi kırkı aşmış olanlar bilirler ki doksanlı yıllar sanatçıların peş peşe albümler çıkardığı yıllardır. Bugün isimlerini duyduğumuz, eserlerini dinlediğimiz pek çok sanatçı o dönemde yetişmiş, adını o dönem duyurmaya başarmış isimlerdir.

     

    Doksanlı yıllarda, bir kesimde olduğu gibi milliyetçi ve muhafazakâr camiada da müzik sanatına ilgi bir hayli artmıştır. Seçilmiş hükümeti askeri darbe ile devirerek iktidar olan 12 Eylül askeri rejiminin baskıları, zorbalıkları ve zulümleri devrin şartlarıyla harmanlanarak şimdilerde albüm diye adlandırılan kaset üzerine kasetler hazırlanmıştı. O dönem ortaya çıkmış ve birkaç albüm çıkardıktan sonra ismi bugünlerde pek duyulmaz hâle gelmiş nice nice sanatçılar vardır.

     

    Aşk söyletir, dert inletir derler. Derdi davası olanlar boş boş durmaz, o davanın gereğini yerine getirmeye çalışırlar, dertlerini, davalarını büyük kitlelere ulaştırmanın sancısını çekerler. Yokluklar insanı dertli kılar, dertler de capcanlı yapar insanı. Bu bağlamda Sait Türkoğlu gibi “Yoklukta Hayat Var” desek yanlış bir söz söylemiş olmayız.

     

    Yokluklar içerisinde olmak, belli bir duygu ve düşüncesi, belli bir “dava”sı olan insanlar için hep diri ve duru kalmanın ilacıdır. Bu hep yokluk çekilsin anlamına gelmez tabii. Davaların yaşaması, hayata etkisi ve onun sürdürülebilir olması birtakım şartlara bağlıdır. Bu konuda bilge lider Aliya İzzetbegoviç’e hak vermemek mümkün mü? Aliya der ki “Davalar acılar içinde doğar, refah içinde ölür.” Evet, dünyayı fethetmek için yola çıkan insan, yolda dünya nimetleriyle boğuşur, düşmanı alt edemese de dünya nimet ve menfaati onu alt eder ve o büyük dava sahibi nice civanmertler, yollarda takılıp kalırlar. Böyle olunca, onların dava dava dedikleri “ila-yı kelimetullah davası” değil, başka bir şey olur. Dava eğer ila-yı kelimetullah ise bu o zaman hiç mi hiç bitmez. Herkes hidayete erip kemal mertebesine ulaşsa dahi kişi kendisini ıslaha devam etmek zorundadır. Kendini ıslaha devam etmeyenler zirvelere çıkmış olsalar bile -Allah muhafaza- oradan en diplere yuvarlanma ihtimali her zaman vardır.

     

    Dava denilen, şayet bir sistemi elde etmek, o sistemde köşe başlarını tutmak, bir duvarda köşe taşı olmak ise buna da dava denmez esasen. Bu, olsa olsa, uhrevi elbise giydirilmiş dünya menfaatidir, başka bir şey değil.

     

    Birkaç yazıdan oluşacak Yitik Sevda başlıklı bu yazılarda doksanlı yıllara damgasını vurmuş sağ, muhafazakâr, milliyetçi ve “İslamcı” sanat ve müzik alanındaki hareketleri ve bu hareketlerdeki o dönemdeki samimiyeti ele almak istiyorum. Her bir yazıda duygu ve düşünce bakımından birbirine yakın olan sanatçıları ele almayı sayfa ve teknik dinamikler bakımından daha uygun buluyorum.

     

    Bu bağlamda bu yazımda daha milliyetçi camianın içinden neşe’t etmiş ses sanatçıları ve eserleri üzerinde duracağım.

     

    Sürgündeki ozan

     

    Daha önce şiirleri ve türküleri ile adını duyurmuş olan, 1980-1991 yılları arasında Almanya’dan, “sürgün”den ses veren Ozan Arif, tam adıyla Arif Şirin, 1970 yılında Ordu ili Perşembe Erkek Öğretmen Okulu'ndan mezun olur. Beş yıl öğretmenlik ve dört yıl da idarecilik olmak üzere dokuz sene Türk millî eğitimine hizmet eder. 12 Eylül 1980’deki “Askeri Darbe”nin ardından bir süre gözaltına alınır ve sonra serbest bırakılır. 24 Eylül’de Almanya’ya gider. Yaklaşık on yıl orada sürgün hayatı yaşar. Bu süreç zarfında Sürgün diye bir albüm hazırlayan Ozan Arif, aynı isimli eserde, zulüm dönemlerinin aileleri nasıl parçalayıp yok ettiğini gözler önüne serer. “Bir zamanlar üç kardaştık, üç kardaş/O toprakta sen zindanda ben sürgün (oy oy)” diye başlayan Sürgün şiiri üzgün yüreklerin sesi olmuş ve olmaya devam etmektedir. Mamak zindanlarındaki işkenceleri C-5 Şiirleri ile anlatan Ozan Arif’in bundan başka Bitsin Bu Hasret, Kime Bıraktın, Bu Memleket Hepimizin, Taş Medrese, Turan Türküsü, Yeter Artık, Yazık Olur Vatana, Vatan Türküsü, Unutamam, Destanlar Konuşuyor, Susmayacağım, Ölmez Bu Hareket-Çileli Müjde, Mamak’tan Gelen Mektup, Korkum Yok, Destanlarda Bul Beni, Bu Kanı Durdurun, Sizden Vazgeçmem Ak Mı Kara Mı, Merhaba gibi daha nice albümlere imza atmıştır.

     

    Yurt içinden bir ses

     

    İlk albümü “Yusuf Yüzlülerile sanat camiasında adından söz ettiren Hasan Sağındık, bilhassa 12 Eylül zindanlarında zulüm ve işkence görmüş milliyetçi-muhafazakâr şairlerin şiirlerini besteledi, albümlerinde daha önceden bestelenmiş olanlara ve bazı ilahilere yer verdi. İzmir 9 Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Maliye Bölümünde okuduğu dönemde, Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziği korolarında çalışarak müzik alanındaki yeteneğinin farkına vardı. Bu dönemde aynı zamanda yurt orkestrasının solistliğini yaptı. Sağındık müziğini, geleneksel ile moderni birleştiren bir form olarak nitelemek yanlış olmaz. Onun müziğini seksenli ve doksanlı yıllara damgasını vuran “özgün müzik” tarzının sağ versiyonu olarak da nitelendirebiliriz. Özgün bestelere, yüreklere dokunan şiirlere yer veren Sağındık, Yusuf Yüzlüler (1989), Ağla Karanfil (1990), Beni Yaşarken Anla (1991), Dosta Doğru-Irgalanış (1992), Zindan Şehirler (1993), Siyah Ağıt (1996), Adamlar (1998), Bitsin Seninle (2001)ve Adım Yeşil (2005) gibi albümlere imza atmıştır. İlk meslek yıllarımda aldığım bu albümlerini kasetleri çevire çevire dinlemişimdir.

     

    ‘Türkü baba’

     

    Doksanlı yılların başında, sesinin tınısının ve söyleyiş üslubunun biraz da Ahmet Kaya’ya benzemesi ile o dönem için milliyetçi-muhafazakâr kesimde önemli bir dinleyici kitlesine erişerek adından söz ettiren bir başka isim Fatih Güngör Kısaparmak‘tır. Sanatçı ismindeki Güngör kelimesini kısaltma olarak da albümlerinde hiç kullanmamış, bu ancak ilmi eserlerinde yer almıştır.  Sanatçının, Dil Folkloru Açısından Harput Ağzı adlı derleme ve inceleme çalışması vardır.Temel eğitim döneminden itibaren, Ankara Devlet Konservatuvarı ve TRT Ankara Radyosu'nda müzik; Devlet Güzel Sanatlar Galerisi'nde ise resim çalışmalarında bulunan Kısaparmak’ın müzikle iç içe olan bu hayatı eserlerine de yansır. Onun bilhassa ilk çıkardığı Kilim (1987) başta olmak üzere, Yarına Kaç Var-Bekle Küçüğüm (1989), Cemre Düşünce (1990), Güneşi Biz Uyandırdık (1991) albümlerinin merkezi milliyetçilik çizgisinde olduğunu söylersek bunda yanılmış olmayız. Onun bu albümlerinde yer alan eserleri, genel itibariyle Türk halk kültürünü en güzel şekilde yansıtarak bir bakıma topluma müzik yoluyla ayna tutan eserler olarak nitelendirebiliriz. O iki yüzden (200) fazla besteye imza atmış, yirmiye yakın albüm hazırlamış, "Çağdaş Ozan", "Bay Kilim" ve“Türkü Baba” lakaplarıyla şöhret bulmuş bir sanatçıdır.

     

    ‘Türkistan sanatçısı’

     

    O dönemlerden bir başka isim Fatih Kaya Kuzucu. Kuzucu, Lisans öğrenimini Ankara İlahiyat Fakültesi Kelam ve İslam Felsefesi bölümünü tamamlayarak yapmıştır. Müzik çalışmalarının yanında akademik çalışmalara da devam eden Kuzucu, 1997 yılında Ankara Üniversitesi İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı'nda Türk Din Musikisi alanında yüksek lisans yapmıştır. Sanatçının çıkardığı albümlerden bazıları: Bir Gün Geri Döneceğiz, Adak, Yolbaşçı, Kızıl Elma 1, Kızıl Elma 2, Tasavvuftan Halk Müziğine, Ruhların Göçü veSon Akın. Albüm isimlerinden de anlaşılabileceği gibi Kuzucu da hedef kitlesini milliyetçi düşünceye sahip dinleyiciler olarak belirlemiştir. Zaten sanatçının, kendisini “Türkistan sanatçısı” olarak adlandırmış olması da bu kanaati doğrulamaktadır.

     

    O günlerde doğan bir başka yıldız da Mustafa Yıldızdoğan’dır. Yıldızdoğan da hedef kitlesini milliyetçi-muhafazakâr kesim olarak belirlemiştir. 1991 yılında çıkardığı Doğuyoruz Ufuklardan albümünü 1992 yılında Üşüyorum ve en çok ses getiren ve âdeta ismiyle özdeşleşen albümü Türkiyem ile bilhassa gençler arasında önemli şöhret yakaladı. Sanatçının daha sonraları çıkardığı Yandı Yürekler Yandı, Bu Vatan Kimin de en dikkat çeken albümlerindendir. Sanatçı, yirmi albüme imza atmıştır. Türkiyem beste mehter marşı olarak da çalınıp söylenmektedir.

     

    Bir başka isim de Arif Nazım’dır. Nazım’ın besteleri de o dönem 12 Eylül sonrası İslam’la daha barışık içerisinde olan, İslam’ı nefsinde yaşamaya çalışan milliyetçi kesim üzerinde etkili olmuştur. Sanatçı bestelerini bu tema üzerinde yoğunlaştırır. O dönem üniversitelerde ve liselerde büyük problem olan başörtüsü meselesini sanatçı duyarlılığıyla Başörtünü Tak da Gelönemli bir eserinde işler.

     

    Arif Nazım’ın ilk albümü Bebekler Büyüyecek adını taşır. Kendisi de bir şair ve ses sanatçısı olan Selçuk Küpçük, dünyabizim.com’daki yazısında bu albümle ilgili olarak “O günün şartlarında vasatı yakalayabilmiş bir çalışma idi.  Klavye ile hazırlanmış basit bir altyapı üzerine bağlama, tar ve kabak kemane gibi sınırlı akustik enstrümanın kullanıldığı bir çalışma.” dedikten sonra “Bu ve başkaca çalışmalar o yıllarda aynı zamanda ilk ve öncü kasetlerdi. Dolayısı ile içinde eksiklikler, ilk deneyimler, hatalar barındırıyordu ama büyük bir heyecanın, umudun, samimiyetin sırrını da taşıyordu.” diye hatırlatmada bulunur ve Arif Nazım’ın bu basit altyapının üzerine çok önemli şeyleri kendisine mesele edinerek bir yol açıcı gibi ilerleyen birkaç nadir isimden bir tanesi olduğunu kaydeder. Arif Nazım’ın belki de en çok ses getiren çalışması Karadeniz Gibi adını taşıyan albümüdür. Sanatçının çıkardığı diğer albümler Yıkın Duvarı, Başörtünü Tak da Gel, Sevda Şiirleri, Halay, Sevgi Yolları. Nazım 2004 yılından itibaren daha çok televizyon dizi ve filmlerinde rol alarak sanatını icra eder.

     

    Ozanlık geleneğimiz

     

    Milliyetçi muhafazakâr müziğin tanınmış simalarından ve Türk halk müziğinin, ozanlığın yansımalarını gördüğümüz isimlerden Hilmi Şahballı ve Âşık Sefaî’dir.

     

    Hilmi Şahballı, yaklaşık 40 yıllık sanat hayatında, yurt içi ve dışında olmak üzere, 750'nin üzerinde şiir ve 55 plağı müzikseverlerle buluşturmuş sanat insanlarındandır. Halk şiirimizin vazgeçilmez formu türkülerimizle güncel konuları da ele alan Şahballı, 28 Şubat’ta İmam-Hatip Liselerine uygulanan katsayı uygulamasını eleştirmiş ve Okulumu Almayın Beyler diye bir albüm hazırlamıştır. Bundan başka Yürüyorum albümü de türkülerle dolup taşan yüreklerde olumlu yankı bulmuş eserlerindendir. Sanatçının bunlardan başka Kızılırmak, Dokunmayın Çok Fenayım, Zım Zım Zım Ey, Uyan Bebeğim, Senden mi Benden mi, Al Beni Götür Beni, Bir Yudum Su, Esmerin Adı Oya ve Garbiyeli isimli albümleri vardır.

     

    Bu yazımda son bahsedeceğim sanatçı Âşık Sefaî. Âşık Sefaî, isminden de anlaşılacağı gibi Türk halk müziğimizin geleneği içerisinde “âşık” ismiyle kendini ifade eden bir sanatçı. O, bu hâliyle bile bizim millî kültürümüzün geleneklerimizin türküler yoluyla gelecek nesillere aktarılmasını gaye edinmiştir.

     

    Asıl adı Ayhan Akyüz olan Âşık Sefaî, Âşık Meydanî’nin çıraklığını yapmış ve kendisinden sonra da birçok çırak yetiştirmiştir. Ozanlık geleneğimizi sürdüren nadir sanatçılarımızdandır. Hazırladığı albümleri arasında Ayşem, Pusu, Zaman Gelsin Söylerim, Bizden Yana, Bu Hesap Sorulacak ve Ağıt vardır.

     

    Gelecek yazımızda bir başka duygu ve düşünce etrafında şöhret bulan sanatçılarımızı ve eserlerini ele alacağız.

     

    Sanat önemlidir, bilinçle işlenen, ele alınan sanat daha önemlidir. Sanatın varlığını devam ettirebilmesi imkânların yanında sanatçının samimiyeti de çok önemlidir. Vesselam!

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.