|   | 
  • Cevahir Kadri

    Yörük Sözler

     

    Derler ki dünyada değişmeyen tek şey değişimdir. Sürekli bir hareketlilik hâli yaşıyoruz. Dün konar göçer bir hayat tarzımız vardı, bir yerlerde konaklayıp bir süre sonra bir başka yerlere göçüyorduk. Çünkü hayat tarzımız ona göreydi; hayvanlarımızı, hayatımızın bir parçası olan o canları doyurmak, beslemek için yeni otlar, otlaklar, yeni meralar bulmak zorundaydık. Hazıra dağlar dayanmazdı

     

    Önümüzde birbirine yakın olmak üzere birkaç seçenek vardı; ya yürüyecektik yaya olarak ya ata binecektik veyahut da kağnılarla göçecektik bir yerden bir yere. Aslında bunların hepsini birden ve aynı anda gerçekleştirdik çoğu zaman. Ata binenimiz de oldu, yaya gidenimiz de. Yetmedi yüklerimizi yüklediğimiz kağnılara çoluk çocuk doluşup göçtüğümüz de.

     

    Göçmek demişken Mevlâna’nın sözünü de alıntılamadan geçmeyelim: “Her gün bir yerden göçmek ne iyi/Her gün bir yere konmak ne güzel/Bulanmadan, donmadan akmak ne hoşDünle beraber gitti cancağızımNe kadar söz varsa düne aitŞimdi yeni şeyler söylemek lazım!”

     

    İtin ettiği kendine kalır; iteğe yamanır, zemheride koyun kırkmak, ehempuhur, itin hatırı olmaz; issinin hatırı olur, babam evi sür savur; erim evi çek çevir, bankaya düşmek, kız babası, muhanetederlezi, benimki gün garası, seninki gön garası, yüzünü yuyucular görsün, küncülü helva, süzme yoğurt, amel defteri, küs yastığı, aydaş, zabıta murat, atronalgaçbalkız vb.” Bu ve bunun gibi kelime, deyim, söz ve isimler size ne anlatır? Zihninizde bir çağrışım değeri var mı onların? Yoksa da bundan sonra olacak artık!..

     

    Yaklaşık iki ay kadar önce, kadim dostum, arkadaşım, Türk dili uzmanı Prof. Dr. Mustafa Sarı Hoca’mdan güzel bir hediye aldım: “Babaannemden Yörük Sözleri. Gönlü güzel, kendi güzel, nazik ve rikkatli bir âlim kişiden hediye almanın güzelliğinin yanında güzel Türkçemizin kelimelerini geleceğe taşıyan yazılardan oluşan bu kitabı hediye olarak almak bambaşka bir güzellikti benim için. Geleceğe aktarılan sadece kelimeler mi? Yörük kültürüne dair ne varsa hemen hemen hepsinden birer numune bulabilirsiniz. Anlatacağım. Ama önce yörük kelimesine değinelim.

     

    Biraz dil, biraz kültür

     

    Yörük sözcüğü, etimoloji (köken bilgisi) sözlüklerinde Eski Türkçe yüğrük” yani “hızlı, koşucu” sözcüğünden evrilmiş olduğunu kaydederler. Bu sözcüğün Eski Türkçe yügür-yani “koşmak” fiilinden yine Eski Türkçe +Uk ekiyle türetilmiş olduğunu belirtirlerYörük sözcüğünün hâlen "Türk müziğinde hızlı tempo" anlamında yürük” ve "Anadolu'da bir göçebe halk" anlamında kullanılmakta olduğunu hatırlatmış olalım.

     

    Şimdi gelelim, o nadide esere dair düşüncelerimize. Her şeyden evvel bu kitap bir fotoğraf gibi, akıp giden zaman içerisinde yörük kültürünün, Bahşiş yörüklerine ait kültürün geleceğe taşınması bağlamında dondurulup saklanmış hâlidir. Yazarın deyişi ile bu bir “verasetname”dirEser, sadece bu hâliyle bile yüksek alkışı hak ediyor.

     

    Çocukluğu, ilk gençlik yılları keçi oğlak peşinde geçen, o konar göçer hayatı kısmen de olsa yaşayan, çobanlık yapmış biri olarak bu kitap beni çok heyecanlandırdı. Kitabı okurken mazinin derinliklerinde, kıvrımlarında kalan hatırlarımı, bilgilerimi geri çağırdım. Kitapta bahsedilen, açıklanan kelimelere karşılık bizim yörede ne dendiğini hatırladım bir bir. Bu bağlamda ben de kendimi geçmişteki zamandan bir derleme çalışması içerisinde buldum. Bu da bana artı bir değerdir.

     

    1968 Tarsus doğumlu, Bahşiş Yörüklerinden, Türk dili uzmanı Mustafa Sarı, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını Tarsus’ta babaannesinin yanında geçirir. Altılı Hüseyin namıyla anılan babası belediyede memurdur ve annesi Nevriye Hanım dkasabanın tek kadın terzisidir. Annesini ve babasını 9 yaşında bir trafik kazasında kaybeder ve hayatına babaannesi Ismahan’ın yanında devam eder. Bu hâl, onun yörük dilini ve kültürünü birinci elden edinmesine, öğrenmesine ve yaşamasına imkân verir. Yıllar sonra Türk dili üzerine yapacağı çalışmalarda bu birikim ona kılavuzluk eder. Bu eser, âdeta ninesinin yanında öksüz ve yetim yaşadığı yıllarının bir hediyesidir. Çünkü eserde anlattıklarını annesinden ve babasından öğrenmesine imkân ve ihtimal yok. Onun belki de kendisinden iki nesil önceki kültürün, birikimin canlı bir tanığından öğrenmesi de bu iddiayı daha güçlü kılıyor.

     

    Eserin özelliği

     

    Bazı şairlerin şiiri kadar düzyazı da güzeldir ve ilgiyle okunur. Gerçek hayatında akademik çalışmalar yürüten isimler sanatlı metinler diyebileceğimiz şiir, roman, hikâye gibi öğretici metinlerden insan hayatını esas alan deneme, sohbet gibi türlerde ortalama bir okura hitap eden eserlerde başarılı olmaları ender-i nadirattandır. Yahya Kemal Aziz İstanbul, Eğil DağlarileAhmet Hamdi Tanpınar şiir, roman hikâyelerinin yanında Beş Şehir adlı deneme türündeki harika eseriyle bunu başarır. Aynı şekilde Mehmet Kaplan Nesillerin Ruhu, Kültür ve Dil ile; benim de hocam olan, hocaların hocası M. Orhan Okay Silik Fotoğraflar, Kâğıt Medeniyetieserleriyle bunu başarmış, okur bunları beğenerek okumaktadır. Türk dili profesörü Mustafa Sarı’nın farklı zamanlarda yazdığı elli güzel yazısının yer aldığı “Babaannemden Yörük Sözleri” adlı bu başarılı eserine de bu açıdan bakmakta fayda vardır.

     

    Salt akademik resmi makale dilinden uzak; deneme, sohbet yer yer şiir havası niteliğinde olan bu yazıların her birerinde bir doğallık, bir ferahlık, hayatın doğal seyri içerisinde açan çiçeklerin sunduğu gerçek kokular vardır ve sizler onları bulacaksınız. En önemlisi de bunların hepsi, binbir çile ve zorlukların hâkim olduğu hayattan damıtılmış, süzme, öz bilgi ve sözlerdir.

     

    Kitabı okuduğunuzda yörük sözlerinden, yörüklerin kullandığı deyimlerden, yemek, giyim, düğün, bayram vb. hayatın her alanıyla ilgili gelenek ve göreneklerinden, ayrıntılı yemek tarifleri içeren yemek kültüründen, kelimelerden, kelimelerin etimolojik bilgisinden, dil-kültür sahasının önemli sözlükler ve eserlerinden, konular bağlamında nitelikli şairlerin şiirlerindenalıntılardan, Çukurova ve yörük kültüründen izler, parıltılar bulacaksınız. Bunları okurken yazılardan ve ifadelerden taşan samimilik, sahicilik, içtenlik, tevazu ve mahviyet, olduğu gibi olma, böbürlenmeme, yapaylıktan uzak bir bahar bahçesi kapılarını size açacak ve orada derin bir nefes alış eşliğinde huzura ereceksiniz.

     

    Eserde yer alan yazıların bir başka özelliği ve güzelliği de yazarının çok yönlü olması. Öğretmenliğimin ilk yıllarında kendisiyle aynı kurumda bir yıl kadar birlikte çalışmışlığımız var. Orada şairliği, esprili ve nükteli hazır cevaplılığı ile zihnimde derin izler bırakmıştı. Akademisyenlik basamaklarının hakkını vere vere uzmanlaştığı, yükseldiği Türk dili profesörlüğünün yani eğitimci profilinin yanı sıra düzyazılarda da önemli bir kalem olduğunu belirtmeliyim.

     

    Eserin kazandırdıkları

     

    Yazılardan onun sosyolojik çevresinden taşan, yedi yaşından sonra kendisinden iki nesil önceki nesilden tevarüs eden bilgi, kültür ve anlayışla karşılaşmanın, onunla yetiştirilmiş olmanın kıymetini idrak edeceksiniz. Bu cümleden olarak “evlad-ı Fatihan”ın Anadolu’ya geriye göçü sonrası yörük-göçmen ilişkilerini ve sosyolojik mukayeseye dayalı analizleri her yerde bulmak mümkün değildir.

     

    Kitabı okuyup bitirdiğinizde Türkiye’de yaşanan ekonomik, teknolojik, filolojik ve sosyolojik değişimleri birinci elden okumuş, öğrenm, görmüş, bilmiş olacaksınız. Ayrıca konular,bağlamına göre edebiyatımızın önemli isimlerine yapılan atıflarla zenginleştirilmiş, okurun kültürel birikiminin artması sağlanmıştır: Namık Kemal, Ömer Seyfettin, Yahya Kemal, Süleyman Nazif, Sait Paşa, Abdurrahim Karakoç, Elif Şafak, Yusuf Atılgan, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Erdem Bayazıt, Sezai Karakoç, Ahmet Turan Alkan, Sait Faik Abasıyanık, Faik Ali Ozansoy, Alev Alatlı, Adalet Ağaoğlu, Hilmi Yavuz, Bahattin Ögel, Orhan Veli Kanık,  Abbas Sayar, Cahit Sıtkı Tarancı, Kemal Bilbaşar, Cahit Irgat, İsmail Habip Sevük, Servet Somuncuoğlu, Necip Fazıl Kısakürek, Âşık Veysel, Sabahattin Ali,  Ahmet Haşim, Şevket Süreyya Aydemir, Selim İleri, Nurullah Ataç, Zülfü Livaneli ve bilge kral Aliya İzzetbegoviçgibi isimlerin eserlerinden yapılan alıntılar, yazılara ayrı bir derinlik kazandırmıştır.

     

    Bir de sosyolojik ve kültürel bir gerçeklik olarak halk arasında yaşayan efsanelerden haberdar oluyorsunuz: Fatıma Anamızın eli, tütünle ilgili rüya, Hz. Ali ile Hz. Hatice validemiz arasında geçen diyalog, Şakik-i Belhi- İbrahim Ethem menkıbesi, su perisi efsanesi gibi inanış ve anlatımlar metne ayrı bir hava ve tat katmıştır. Bu havayı solukluyor, bu tadı alıyorsunuz.

     

    Ayrıca yazılardan, gün geçtikçe yok olan, son konuşanının vefat etmesiyle kaybolan bazı dillerden haberdar oluyorsunuz; Kafkas kökenli bir dil olan Ubıhça ve Süyanicenin bir lehçesi sayılan Mhlosa gibi. Konuşulmaya devam etse de UNESCO’ya göre yok olma riski ile karşı karşıya bulunan diller arasında Arami kökenli bir dil olan Hertevin başta olmak üzere LadinoGagavuzca, Süryanice, Abazaca, Hemşince, Lazca, Pontus Rumcası, Ermenice, AdigeceKabartayca, Abhazca ve Zazaca var olduğunu öğreniyorsunuz. Bu bilgilerin yanı sıra başka diyarların kültürlerinden; Eskimo, Balkan, Avustralya, Aborijinler, Doğu mistisizminden veBoşnak kültüründen haberdar oluyorsunuz. Bugün alternatif tıp olarak bilinen doğal bitkiler ile tedavi yol ve yöntemleri, nelerin hangi hastalığa iyi geldiği hususu, aktarlık, iletişim ve yeni kültürel anlayış; eski Türk hayatı, kültürü ve sosyolojisi bağlamında Köktürk ve Uygur metinleri yazılara ayrı bir tat ve derinlik katan hususlardandır.

     

    Bütün bunlardan başka yazar, hayatına önemli ölçüde etki eden üç âmâ isimden bahseder “Üç Âmânın Gösterdiği” başlıklı yazısında: Âşık Veysel, Mitat Enç ve Cemil Meriç.

     

    Eserdeki yazılarda kelebek etkisinin, Çukurova’nın pamuğunun, Yörüklerin iskana tabi tutulmalarının tarihi, ekonomik ve sosyolojik sebepleri irdelenir. Türkçenin lehçeleri arasında kelime bazında bazı karşılaştırmalara gidilir. Yazılarda kelimenin anlam ve etimolojileri bağlamında Divanü Lügati’t-Türk, Kamus-ı Türki, Oxford Sözlüğü, Güncel Türkçe Sözlük (TDK) gibi esaslı sözlüklere atıflar yapılır.

     

    Bağlamlarına göre Doğu ve Batı klasikleri, bazı önemli yabancı yazarlara yer verilmişTolstoy, Amin Maaloufİvo Andriç, Goethe, Frank McCourt, Heidegger vb. Film, tiyatro ve sanatçılar olarak yer verilenler arasında Vizontele, Gönül Yarası, Banker Bilo, Zabıta İrfan, Bir Demet Tiyatro vardır. Bu film ve tiyatrolarda yer alan karakterlerle Bahşiş yörükleri arasında yer alan kişi ve kişilikler mukayese yapılmış, benzerlikler ortaya konmuş.

     

    Son olarak Divan şairlerinden ve alanlarının duayeni ve uzman bazı akademik isimlerden bahsedeyim: Edirneli Nazmi, Yunus Emre, Fehim-i Kadim, Hadidiyoğurda kaside yazanEsirî, Aynî, Sümbülzade Vehbi, Niğdeli Ahmet Nami ve Evliya Çelebi. 

     

    Şinasi Tekin, A. Bican Ercilasun, Leyla Karahan, Zeynep Korkmaz gibi Türk diline hizmet etmiş akademisyenlerin yanı sıra Nur Vergin gibi sosyologlara, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi eleştirmen ve ediplere yer verilmesi ayrı bir zenginlik olmuş.

     

    Babaannemden Yörük Sözleri, Mustafa Sarı Hoca’nın Türk Dil Bayramı’nı kutladığımız bugünlerde Türkçemize önemli bir armağanıdır. Emeğine, yüreğine sağlık. 

     

    Deryadan bir damla

     

    Sözü, yazarın anlatım üslubunu tanımamız adına onun Aydaş başlıklı yazısından bir alıntıyla sonlandıralım: Bahşiş Yörüklerin dilinde daha özel bir anlamı vardır, sözcüğün. Genelde ‘yaşına göre yeterince gelişememiş ve zayıf kalmış çocuk’ için kullanılan sözcük, özelde ‘Annesi yeniden hamile kaldığı için sütten kesilen’ çocukları tanımlar. Çok çocuğun itibar ve güç sayıldığı eski dönemlerde ardı ardına çocuk sahibi olmak, oldukça yaygındı. Özellikle kırsalda büyüyen orta yaşın üzerindeki hemen herkes, yıl geçer geçmez arkası arakasına doğum yapan çok kadın görmüştür. Nenem bu tür kadınlar için ‘Kocasının ceketini üstüne örtse hamile kalıyor.’ derdi; sanki kocalarının olayda hiçbir dahli yokmuş gibi.

     

    Şaka bir tarafa, iki üç aylık bebeğine süt emzirirken yeniden hamile kalan kadınların vücudunda birtakım biyolojik değişmeler meydana gelir. Bu değişikliğe bağlı olarak tadı bozulan sütü almamaya başlar, henüz birkaç aylık olan bebek. Sağlıklı anne sütünden mahrum kalan yavrucak, doğal olarak zayıflar ve bu çocukların hastalığa yakalanma riski artar. Yörüklerin dilinde aydaş sözü, işte bu tehlike altındaki çocukları tanımlamak için kullanılır.

    Bahşiş yörükleri arasında en yaygın gelenek, dört yolun birleştiği bir kavşakta, bizimkilerin deyişiyle bir yol çatında, herkesin göreceği bir noktada aydaş çocuğu çimdirmektir (yıkamak). Törensel bir yıkamadır bu; çırılçıplak soyulan aydaş çocuğun üzerinde birkaç defa su dökülür. Yıkamada kullanılan suyun da konu komşudan istenmesi makbuldür. Bu durum, bir anlamda el âlemden su isteyecek kadar zor durumda olduğunu itiraf etmektir. Umulur ki bu acziyet, yaratıcının merhametini celbetsin. Konuyla ilgili farklı yörelerde daha başka geleneksel ritüeller de vardır: aydaş aşı pişirmek, aydaş olan çocuğu mezarlıkta ya da aydaştekesinde yatırmak, ocaklı (aydaş ocağı diye bilinen yaşlı kadın) birinin yakasından geçirmek, delikli taştan geçirmek, daha önce aydaşlıktan kurtulmuş birinin gömleğinden geçirmek vb

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.