KİRALIK KALEM
(Satılık değil ama)
(178)
“Ey yüceler yücesi Allah’ım; ABD, FRANSA, ALMANYA, HOLLANDA, İNGİLTERE, KANADA, AVUSTRALYA ve benzeri zengin-gelişmiş ülkelerin başlarına da bize verdiğin türden iktidarlar, yöneticiler nasip et lütfen.” Belki o zaman, oralarda yaşayanların da akılları başlarına gelir biraz da fabrika ayarlarına dönmenin gerekliliğini fark ederler. Aslında onlar, kötü yönetimleri bizden daha fazla hak ediyorlar zaten. Çünkü fabrika ayarlarından inhiraf etmenin, hoyratlığın, azgınlığın mûcidi ve ihracatçısı onlardır. Avustralya’da, bahçeli evi olanlara... Neyse, hemen heyecanlanıp da konuya dalış yapmayayım, söylemek istediğim daha pek çok şey var. YANİ YAZIM YİNE BİRAZ UZUN OLACAK. ÖZÜR DİLERİM.
Bir başka dua: “Ey Allah’ım, günün birinde muhalefettekiler (bu kafayla biraz zor ya) iktidarı ele geçirirlerse, onlar da şimdiki muktedirlerin yolunu izlesinler, aynı tutum ve davranışları sergilesinler.” Âmin.
Bir dua daha biliyorum: “Allah’ım az verip bezdirme, çok verip azdırma.” Âmin. Ancak yine de az vermesi, çok vermesinden daha hayırlıdır gibi geliyor bana.
Anlamışsınızdır; yazımın başından itibaren bir pazılın parçalarını döküp saçmak niyetindeyim. Fakat bilmem ki sonunda bunları toparlayabilecek ve resmi doğru bir şekilde ortaya koyabilecek miyim? Eh canım, ben beceremezsem siz toparlarsınız artık.
Alın size bir pazıl parçası daha: Türküde bir edepsiz diyor ya; “Asmalarda üzüm, yosmalarda gözüm. Biraz daha büyürsem, çapkınlıkta gözüm.” (Biz de bunu yıllar yılı, çoluk çocuk söyler dururuz, değil mi? Toplumumuzun hâline bakın, saatlarınızı ayarlayın!) “Biraz daha büyürsem, çapkınlıkta gözüm.” sözü merakımı uyandırdı; acaba biraz daha çok parası olsa bu edepsizin gözü ne yapmakta olurdu? “EĞER ÇOK PARANIZ OLSAYDI NE(LER) YAPARDINIZ?” Yani, AYRANINIZ OLSAYDI İÇMEYE; NERELERE NE İLE GİDERDİNİZ? Bu soruyu, arap (Bu kelime “zenci” anlamına kullanılmış olabilir.) üzerinden cevaplamaya kalksak biraz ayıp kaçar. Ama ben sansürlü şeklini arz edeyim: “Arap, yağı bol buldu mu testislerine sürermiş.”
Gelecek nesiller, sürdüğümüz yağlarla ilgili gerçeklerin farkına varırlarsa, mezarlarımızın üzerine gocuman abdestlerini yaparlar eminim. Ancak, bunu uzak bir ihtimal olarak görüyorum. Çünkü onlar da buldukları fazla yağı nerelerine süreceklerini bizden öğreniyorlar ve bizleri taklit ediyorlar.
Bir dua daha: Ey yüceler yücesi Allah’ım! Önümüze serdiğin dünya nimetlerine, bulundukları bahçenin sahibini yok sayarak aç kurtlar gibi azgınca saldıran küstahlara uyuz ver, tırnak verme!
Geçen gün, güzel bir evleri ve güzel bir arabaları olan, (13.08.2024 tarihi itibariyle) ailecek aylık kazançları 150,000 TL’den fazla olan bir yakınım;
-“Serdar Hocam, yanlış anlamazsan, bu parfümü sana vermek istiyorum. Oğlanındı. Biraz kullandı ama kokusunu beğenmiyormuş...” dedi.
Vay be! İnsanlara, “yeni nesil parfüm kullanmayı yakıştırdıkları bir ihtiyar” görüntüsü veriyorum demek ki! Oysa ben, halk arasında “hacı kokusu” tâbir edilen şu bildiğiniz küçük şişelerdeki; yasemin kokusu, iğde kokusu, gül yağı gibi, pahalı olmayan kokular kullanırım. Çocukluğum ve ergenliğim boyunca da kolonya’dan başka bir kokuyla tanışmış değildim. Bir parfüm İHTİYACının varlığından da hiç haberim yoktu. Bu arada, parfümü veren yakınımın toplumsal duyarlığını ortaya koyan bir cümlesine de kulak misafiri olmuştum, aktarmadan geçmek istemiyorum.
-“Ülke ekonomisi berbat. Biz bile zor geçiniyorken, zavallı halk nasıl yaşıyor, ihtiyaç(!)larını nasıl karşılıyor bilemiyorum.”
O an aklıma şu “ÇOK PARAN OLSA, NE(LER) YAPARDIN?” şeklindeki klasik soru gelivermişti işte. Sahiden de çok parası olanlar ne yaparlar? Neyse, bu sorunun cevabını yazının sonuna bırakalım.
Eh, aldım kabul ettim parfümü. Sonuçta “güzel koku sevilir” ya:
“Bana dünyânızdan üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve gözümün nûru namaz.” (İslam ve İhsan) Hadiste “güzel koku”nun fiyatı belirtilmemiş. Ancak “Akarsuyun kenarında abdest alıyor olsanız bile...” diye başlayan diğer bir hadisi de hepimiz biliriz.
Evet, o parfümü kullanıyorum. Konum bir markayı karalamak ya da aklamak olmadığı için beis yok, söyleyebilirim: Şişenin üzerinde şunlar yazıyor: GRASS LAKE, FORMEN, KOTON. Şişesine bakılırsa, çok da pahalı cinsten olmadığı anlaşılıyor. (Tabi bu arada belirteyim: Her ne kadar salağa yatsam da ben bir gocuman şeher çocuğuyum ve genel olarak kozmetik ürünlerinin gazzuk fiyatlarını bilirim.) Parfümün yarıdan fazlası kullanılmış. Kim kullanmış? Kim, bu kadarını kullanmış da sonra beğenmediği için kullanmaktan vazgeçmiş? 13 yaşında bir oğlan çocuğu. Benim ilgilendiğim taraf burası işte: (kız da değil) oğlan çocuğu... yaş 13... parfüm... İHTİYAÇ...
Konuyu telefonda Zühtü Usta’ya anlatırken sordum (Zühtü Bey, borç harç aldığı bir dairesi ve epeyce yaşlı bir kamyoneti olan bir marangozdur.):
-“Senin Veli de parfüm kullanıyor mu?” Şaşırdığını belli eden bir edâyla;
-“Eveet?!” diye cevapladı. Sonra toparlandı ve
-“Fakat bizim Veli 16 yaşındadır. Ayrıca belirteyim; ben şampuan bile kullanmam. Banyoda, lavaboda, kalıp sabun kullanırım.”
Dün bizim hanımla ufak tefek alışveriş yapmak için çarşıdayken, hâtun dürttü beni ve kaş göz işaretleriyle, yakınımızdaki bir çöp konteynerine çöp atan bir kadını gösterdi. Diğer elinde kutu bira tutan, plaj dekolteli, oldukça genç bir kadın. Belki de bekâr bir kızdı, bilmiyorum. Çöpünü attıktan sonra elindeki kutuyu ağzına götürdü, bir yudum aldı ve ileriye doğru yürüyüp gitti. Hem gezecek insanların içinde hem de...
Bakın, bakın; iki genç delikanlı otomobile binmiş, ğın! ğın! ğınnn! diye bağırttıra bağırttıra fink atıyorlar... devâsâ kolonlardan da etrafa bangırtılar, bungurtular saçarak... Bir yere gittikleri, bir iş peşinde oldukları falan yok ha! Keyif için benzin yakıyorlar.
Belirtmiştim: Bunların her biri, bir pazılın parçalarıdır. Nasıl toparlayacağımı gerçekten bilmeksizin döküp saçıyorum işte.
Bir zamanlar bakkal dükkânı işleten bir hısımım, fakir müşterilerin borçlarını yazdığı veresiye defterini göstererek yakınmıştı:
-“Şu borçlara bak hocam; arada tek tük ekmek, şeker, un var... gerisi baştan aşağıya çiğdem, kola, sigara... çiğdem, kola, sigara...”
Tanıdığım çok zengin bir adam... ama çok çok zengin; otelleri, iş hanları, kirada çok sayıda gayrimenkulleri olan ve aynı zamanda BAĞ-KUR emeklisi olan... yani içmeye bol miktarda ayranı olan bu adam, bir gün bana;
-“Abi, pasaportumu yeniliyorum. Gezeceğim. Turlara katılıp yurt içinde ve yurt dışında gezeceğim...” demişti. “ÇOK PARAN VAR VE ACABA NE(LER) YAPIYORSUN?” sorusuna güzel bir cevap, değil mi? “İÇMEYE AYRANI OLMAYANLARIN DAHİ ...MAYA TAHTEREVANLA GİTTİKLERİ” bir dünyada, bol parası olanların ne(ler) yapmaları beklenmez ki! İsterseniz bu soruyu; “ALLAH BOL YAĞMUR VERSE, BARAJLARIMIZ DOLSA, SUYUMUZ BOL OLSA NE YAPARDIK?” şeklinde de sorabiliriz.
Toparlamaya çalışayım:
Parfümü, şampuanı, kozmetiği, gezip tozmayı boş verin. Elde bira veya kola kutusu, ortalıkta dolaşmayı boş verin. Keyif için (nasıl bir keyif ise) harcanan yakıtı boş verin. Bacak kadar veletlerin kıç ceplerindeki telefonların fiyatlarını falan boş verin... daha ne kara delikler var! Ne belâ deliklerimiz var! Çıldırmışız! Fabrika ayarları unutulmuş ve insanlık zıvanadan çıkmış! İnsanlar insanlıktan çıkmış artık! Kaybettiğimiz insanlık’tan utanmamız... hem de kendimizi hayvanlarla karşılaştırarak utanmamız gerek! Şöyle bir düşünün bakalım; hayvanlar, bizim yaptığımız hayvanlıkları, daha doğrusu şeytanlıkları yapıyorlar mı?
Kaçta kaçımız, NUSH ile uslanan insanlarız acaba? Peki TEKDİR ile uslananların oranı nedir? Oranların düşük olduğunu Ziya Paşa da biliyordu muhakkak. O halde (ister zengin, ister fakir) çoğumuzun hakkı KÖTEKtir.
Evet, ülkemizde ekonomik darlık, daha doğrusu bir kriz yaşanıyor.Bilmiyorum işte, belki beceriksizlik, belki kasıt... artık her ne sebeptense, yöneticilerimiz vebal altındadırlar. Fakat inanın çok da üzülmüyorum buna. Tersine, seviniyorum bile. Çünkü insanlıktan çıkmış durumdayız ya. Çünkü hayvanların dahi yapmadıkları azgınlıkları yapıyoruz ya. Çünkü ne istememiz gerektiğini unutmuşuz ya. Çünkü haddimizi bilmiyoruz ya. Çünkü aslâ gözümüz doymuyor, “daha...” deyip duruyoruz ya. Çünkü hakkımız kötektir ya. İşte ekonomik kriz, bu noktada kötek oluyor. Yapmaya çok meraklı olduğumuz azgınlıkları bir ölçüde engelliyor. Bu arada kurunun yanında yaşlar da yanıyor (Manavdan elma alacaktım, kilosu 90TL imiş, vazgeçtim)... ve maalesef genel olarak kurular yangından pek de etkilenmiyor ama olsun; zararın neresinden dönülürse kârdır. Yani bir kilo elma alamamış olsam da ben durumumuzdan memnunum. Yazımın başında arz ettiğim dualarımı tekrarlıyorum.
Peki, zengin ve gelişmiş ülkelerle ne alıp vereceğim var: Efendim ben, “Bizim insanımız insanlıktan çıkmış durumdadır.” demiyorum ki. İyice yoksul olan, mahrumiyet yaşayan ve belki de bu sebeple azgınlık yapamayan halklar, kabileler hâriç “İnsanların hepsi, hepimiz, azgınız ve hayvanlardan aşağı durumdayız.” diyorum. Zevk sefâdan ve yeryüzü nimetlerini büyük bir hırsla tüketmekten başka bir hedefi yok hiçbirimizin. Ama azgınlıkta akıl hocamız, yol gösterenimiz bu zengin ülkelerin tüketim çılgını halklarıdır. Aslında onlar, kötü yönetimleri bizden daha fazla hak ediyorlar. Çünkü fabrika ayarlarından inhiraf etmenin, hoyratlığın, azgınlığın mûcidi ve ihracatçısı onlardır. Avustralya’da, bahçeli evi olanlara bedava çim tohumu dağıtıldığını ve bahçesine çim ekmeyenlerin cezalandırıldığını duymuştum bir zamanlar. Yüzme havuzlu ve daha bilmem neli en lüks villâlar, dünyanın nerelerinde yoğun olarak bulunuyor acaba? Aqua makua parklı binlerce yıldızlı oteller kimler için yapılıyor ve kimlere hizmet veriyor acaba? Fastfood tıkınıp bir dünya çöp üretmeyi, elde alkollü (veya alkolsüz) içki kutusu, ortalıkta dolaşmayı kimlerden öğrendi insanlar? O hoyratların barbekülerine özendik de mangalımızdan utanır olmadık mı? Gerçi onların da ekonomik sallantılar geçirmekte olduklarını duyuyoruz ama yine de sen bu duamı tez zamanda kabul et yüce Rabbim. Âmin.
Evet, Bediüzzaman’ın onlara yönelik yaptığı “...kemâlâta medâr bazı hasletleri bulunabilir...” değerlendirmesine itiraz edilemez belki ama aslında Batı’nın sempatik, şirin fotoğraf veren canavarları, hepimizden daha azgın ve yamyamdırlar. Durum böyle olunca da onlar, yani zengin ve gelişmiş ülkelerin insanları, şeytanlıkta baş rol oynuyorlar, rol-model oluyorlar. Dolayısıyla, aynı Bediüzzaman’ın “...Ey bu vatan gençleri, Frenkleri taklide çalışmayınız...” dediği de unutulmamalıdır. Tarih bilginizi, sosyoloji bilginizi ve vicdanınızı devreye sokarak bakarsanız, canavar olduklarını... fabrika ayarlarına uygun yaşayanların haklarını gasp ettiklerini sizler de teslim edersiniz. Ancak her ne sebeple olursa olsun o kitlelerin işleri yine de rast gitmekte, her şeye rağmen çoğunluğu zenginlik içinde yaşamaktadırlar. Yani onları uslandıracak köteği vuran yok. Bundan dolayıdır ki “Allah onlara da bizimkiler gibi yöneticiler nasip etsin.” diye dua ediyorum işte.
İNSANLIKTAN ÇIKMIŞ, FABRİKA AYARLARINI UNUTMUŞ AZGINLARIN... ÖZELLİKLE DE ZENGİN VE GELİŞMİŞ ÜLKELERDE YAŞAYAN İNSANLARIN ÇEVRECİ GEÇİNMELERİNE, İKLİM DEĞİŞİKLİKLERİNDEN ŞEKVÂ ETMELERİNE hayır.
Hayırist, esenlik dolu HAYIRLI günler diler.
NOT: Sözünü ettiğim, nazara verdiğim her kesimden insanların istisnâları konumun dışındadır.
R. Serdar Özmilli