|   | 
  • Cevahir Kadri

    Zeytin Gözlerde Yaş

    Zeytin, yangınlardan sonra bile yeniden yeşererek hayatta kalabilen, hayat bağlılığını inatla sürdürebilen bir ağaçtır. İsmi, Akdeniz efsanelerinde “Ölmez Ağacı” olarak geçer. Şair Homeros’a: “Herkese aitim ve kimseye ait değilim. Sen gelmeden önce buradaydım ve sen gittikten sonra da burada olacağım.” diyerek ömrünün uzunluğuna dikkat çeker.

     

    Gazeteduvar yazarı Menekşe Tokyay da bir yazısında zeytini şu cümlelerle betimler: “Zeytin kocaman bir hikayedir. Meyvesi hayattır. Toprağı bereketi muştular. Kökleri asırlar öncesiyle kurduğumuz bir yolculuktur. Ölümsüz ağaç denir ona... Üretkendir. Doğurgandır. Büyümesi yıllar alır ama bir büyüdü mü bin yaşın üzerini bile görür. Budandıkça gençleşir, güzelleşir. Barış arzunuzun ifadesi, uzattığınız zeytin dalıdır.”

     

    Gelişen teknolojiden midir yoksa iletişim imkânlarının artmasından mıdır nedir; ülkenin gündemi o kadar çabuk değişiyor ki hangi konuya el atsanız – atabilirseniz o da- lime lime dökülüyor. Öyle bir yozlaşmanın içine girilmiş ki daima ve hiç durmadan hazırlar tüketiliyor!..

     

    Hayatlar, duygular, düşünceler, aileler, toplum, eğitim-öğretim, üniversiteler, siyaset vb. hep lime lime edildiğinden belki bu dökülüş, çözülüş, bu parçalanış, bu çöl seraplarına aldanış!..

     

    Devasa kara bulutlar sarınca göğü, toplum olarak hep rahmet geliyor sandık. Öyle ki bu kara bulutları Allah’ın eşsiz bir “lütfu” olarak görenler de oldu, onların inanları da öyle gördükleri için ellerini patlatırcasına bu düşünceyi alkışladılar., herkes elbette her türlü düşünceyi benimsemekte özgürdür, ancak başka düşüncelere saygı göstermek şartıyla. Düşüncelere akıl ve mantık çerçevesinde, makul ve mantıklı bir şekilde getirilen eleştirilere de kulak vermek, bir düşünceye inanmak ve sahip çıkmak kadar önemlidir. Eleştirilmeyen her düşünce, doğal bir kaynaktan beslenmeyen göl gibidir; o göl, zamanla balçığa dönüşür.

     

    Gelen kara bulutların, toplumu erim erim eritecek asit yağmurlarının taşıyıcısı olduğunu bilmediler. Sanıldığının aksine, toplum için “rahmet” getirmeyeceğini bilen iyiliksever, müşfik ve munis gönüller, sevgi damlacıkları da töhmet altına bırakılarak kötü bellendi, toplum hayatından izole edilerek temel hak ve özgürlüklerinden mahrum edildi.

    ***

    Yıllar yıllar öncesiydi, tarım ülkesiydik; her bölgemizin, yöremizin kendine mahsus ürünleri vardı. Okullarda “Yerli Malı Haftası” kutlanırdı tarlada, bağ ve bahçede yetiştirilen ürünlerle. Şimdi kutlanıyor mu bilmem ama kutlansa da rutinden öteye geçmeyen bir etkinlik olur ancak. Çünkü buğdayı Rusya’dan, mercimeği Kanada’dan, pirinci Çin’den ve daha bilmem hangi tarım ürünü bir başka ülkeden alan bir ülkenin çocukları “Yerli Malı Haftası”nı nasıl kutlayacak ki?..

     

    Şimdi topraklarımız betonla sapasağlam. Tarlalarımız arsa, arsalarımızı devasa gökdelenler, grup grup siteler, apartlar, villalar, rezidanslar, yaşam alanları süslüyor. Tarım arazilerini kurban verdik büyük büyük şehirler için.

     

    Hazıra dağ dayanmaz.” derler, dayanmıyor da. Ama hazıra öyle bir alıştık, öyle bir adapte olduk ki âdeta tiryakisi olduk, ikinci bir fıtratımız hâline geldi o. Nerede hazıra giden bir yol var, Hızır gibi hemen orada bitiverdik. Yemeye içmeye doymak bilmeyen nefsimizle hemen oracıkta hazır olduk. Bazen hazır olmaklığımız yetmeyince bitip tamamlanmış başkasının güzelliklerine de “gücümüz yetiyorken” kitabına bazen uydurarak bazen öyle göstererek vatan, millet ve memleket adına el atıverdik de onlar bizim oluverdi!... Hızımıza yetişene aşk olsun!.. Öyle ki yarına, ertesi güne kalması için hatırlatanlara “Demir tavında dövülür, ekin mevsiminde ve tavında ekilir.” anlayışı ile “güç bendeyken” derip devşirmeli, yiyip içmeli, “hainlere bırakılmamalı” deyip ikazlara hep kulak tıkadık. Öylesine aşırıya gittik ki yer altı değerlerini, madenlerini çıkarmak için daha kıymetli olan yer üstü zenginliklerini, zeytinleri, zeytinlikleri, ormanları bir çırpıda, gece yarısı çıkarılıp yürürlüğe konulan bir yönetmelikle hal ediverdik. Suret-i haktan göründük; maden arayacak şirketlere maden arama alanını eski hâline dönüştürme yükümlülüğünü getirdik. Ürün veren bir ağacın en azından on yıllı vardır, oysa zeytinlerin, zeytinliklerin eski hâline dönüştürülmesine talan ve yağma ehli bu insanların ömrü yeter mi hiç? Yılların kaybını hangi çaba telafi eder ki?..

     

    Yıllar öncesinde, bereketli topraklarımızdan koparıldık, şehirlere göç ettik, ettirildik, şartlar onu gerektirdi, halk o yöne sevk edildi. Bugün o topraklarda üretim yapılamadığı, üretim yapılacak toprak ve üretim yapacak insan kalmadığı için temel gıda ürünlerini, bakliyatı, endüstriyel tarım ürünlerini, yağları bulmakta zorlanıyoruz. Yokluk üzerine yokluk çekilince arz talep dengesi bozuluyor, fiyatlar daimî olarak artışa, tırmanışa geçiyor. Zeytin de zeytinyağı da topraklarımızdan, sofralarımızdan uzaklaştıkça “Zeytin gözlüm uzaklarda işin ne/ Şarkıları düşürürüm peşine!” der olduk, ama ne çare!..

     

    Gerek hububat gerekse endüstriyel tarım ürünleri pamuk, pancar, ayçiçeği vb. üretimini topraklarımızda yapamaz hâle gelince bir başka hazırcılığa daha imza atarak onları yurt dışından ithal etme yoluna gittik. “Parayı ver, al ürünü; uğraşmaya ne gerek var!” mantığı ile çeyrek asra yaklaşan bir sürecin sonunda geldiğimiz nokta budur: Bir tarım ülkesi iken temel gıda ürünlerinde dışa bağımlı hâle geldik… Bu sonuca son birkaç ay veya yılda yürütülen politikalarla değil, çeyrek asra yaklaşan bir anlayışın uygulamaları ile ulaşıldı. Dolayısıyla, son günlerde yaşanan, çeyrek asrın bir sonucudur, sebebini başka bir yerde aramayalım. Yanlış yerde aranan gerçeğe ulaşmanın asla imkânı yoktur. Ne garip bir cilvedir ki yanlış politikalara yağ çeken halk, bugün yemeklerini pişirmek için yağa muhtaç!

     

    Toptancı yaklaşımlara hep mesafeli olmuşumdur. Eskiye hepten özlem duyuyor değilim ama eski yıllarla ilgili bir gerçeği de göz ardı edemeyiz: Doksanlı yıllarda köylerde halkımızın belki de bu kadar parası yoktu. Ama ürettiği ürünü, malı vardı, üretimi vardı. Köylü, kendine lazım olan temel ihtiyaç maddelerini, gıda ürünlerini kendisi üretirdi, dışarıdan alma ihtiyacı duymazdı.

     

    Okumak için üniversiteye gidinceye kadar, yazları ve şubat tatillerinde keçi koyun çobanlığı yaptım. Gelir bakımından köyün fakir ama o kadar da “ihtiyaç sahibi” olmayan bir ailenin dördüncü çocuğu olarak büyüdüm. Paramız çok değildi ama buğdayımız, arpamız, mısırımız, sütümüz, yoğurdumuz, pekmezimiz vardı. Yirmi otuz kadarı kendimizin kalanı başkalarının olmak üzere, 100 -150 tane, az da olsa koyunla birlikte keçilerden oluşan “sürümüz” vardı. Biz onları yasak olmayan yerlerde otlatır, yazları da köyün dışındaki tarlalarda, “yatak”ta, tahta çitlerle çevrili “ağıl”larda yatırırdık. Kendimiz de parça tahtalardan ters huni biçiminde yaptığımız, dar çadır “çömen”lerde gecelerdik. Bizim sürümüz gibi köyde dört beş tane daha sürü vardı. Bundan başka, sürülere dahil edilmeyen, evlerde beslenen keçi koyunlar da vardı. Bütün bu hayvanlar, köylü için süt, yağ, ayran, çökelek ve peynir demekti. Kurban zamanı et ve para demekti.

     

    Geçen yıllar içinde değişik hükümetler geldi geçti. Hükümetleri değişse de çeyrek asra yakın bir süredir aynı iktidarın yönettiği bir ülkede yaşıyoruz. Zaman zaman köylünün üretimi zahiren desteklendi. Ama bu destek genel destekler ve anlayışlar arasında hep cılız kaldı, kaybolup gitti. Çünkü bir yandan ateşe verilen tarımsal üretim, diğer yandan onu pet şişeyle söndürmeye çalışılan tarımsal ürün desteği!.. Tarım politikalarının durumu tam da böyleydi ve bugün biz bunun sonuçlarını yaşıyoruz.

     

    Ve bugün tarım, tahıl, hayvancılık, meyvecilik; pamuk, pancar, tütün gibi tarımsal endüstri ve arpa, buğday, mısır, nohut ve mercimek gibi hububat ürün ekimi ve hasadı topraklarımızdan çekilip gitti. Köylerde üretim yapacak insan da kalmadı, insanla birlikte eğitimi de “taşımalı” hâle getirdik, eğitimi de bitirdik!..

     

    Tarımdan koptuk ama sanayi ülkesi de olamadık. Ne tam bir tarım ne de biraz olsun sanayi ülkesiyiz!.. Varsa yoksa tarlalara arsalar, arsalara binalar, binalarla büyük şehirler kurduk, ama geleceği inşa etmeyen inşaatlarda boğulduk. Ve bugün, topraklarımızda beton, ellerimizde değerini, alım gücünü yitirmiş bol para, dillerimizde “ahlar, eyvahlar” var!.. Gidenler, geri gelmiyor; onun için adımları hep dikkatle atılmalı, kararlar alınırken “eyyamcı” olmamalı, ezel-ebet hakikat açısından bakılmalı!..

     

    Pırıl pırıl parlaması, ışıldaması gereken zeytin gözlerimize gözyaşları hâkim bugün. Zeytinler, zeytinlikler, ormanlar şikayetçi bizden. Her tarafta yağcılar var ama ortada sofraya konacak hesaplı alınabilecek yağ yok, varsa da ateş pahası!.. Matematik bilmeyen hesap uzmanları, algı elemanlarınca halkımızın bu içler acısı hâli hiçe sayılıyor, kendileri gibi bolluk içinde olunduğunu sanıyorlar. Bir de utanmadan “ürünlerimiz değer kazandı.” gibi, gerçek hayatta asla bir karşılığı olmayan bir saçma sapan sözler sarf etmeleri yok mu? Yüzsüzlüğün daniskası!.. Zeytinlerle, zeytinliklerle uğraşanlara, onun Homeros’a söylediği sözü hatırlatmalı!

     

    Bir kıtlık varsa rant için yakılan ormanların, ormanlar içindeki hayvanların, türlü canlıların Rabbe şikâyetlerini de hesaba katlmalı. Dikkat edelim ki zeytin gözlerimizde sadece sevinç ve mutluluk gözyaşı olsun!.. Hatırlayalım; iyilik ve güzellikler, Mevla’nın ikram ve ihsanıdır ama kötülükler ise insanın kendi kazanımlarıdır.

     

    Hani diyorum da yoksa kader-i ilahi, şimdi dış olayların da etkisiyle muhtemel buğday, un kıtlığıyla bizi yine topraklarımıza mı döndürecek? Toprakla hemhal olan aç kalmaz, ama toprakla uğraşanı toprak affetmez!

     

    Kur’an’da, Yüce Allah’ın “Ant olsun incire ve zeytine!” (Tin, 1) diyerek adına yemin ettiği ağaçlardan biridir zeytin. Onları ortadan kaldırma, bereketin de kalkmasına sebeptir. Onun için ferden ferda “Zeytinime dokunma!” diyerek geleceğimize sahip çıkılmalıyız. Geleceği bugüne kurban etmemeliyiz. İbrahim Suresi’ndeki o ayet de sözümüzün mührü olsun:

     

    Hani Rabbiniz, ‘Eğer şükrederseniz size (nimetimi) daha çok vereceğim, nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım pek şiddetlidir!’ diye bildirmişti.” (İbrahim, 7)

Kar360.com Kayseri-Trkiye ve Dnya gndemini takip edebileceiniz, nteraktif bir haber sitesidir. Yazlm ve Tasarm hizmeti www.tahamedya.com tarafndan yaplmtr.