Hemen belirtelim ki hukuka aykırı fişlemeler evrensel hukuk kaideleri gereği, yapanları suçlu kılar. Hukukçulara göre TCK’nin 135. Maddesine göre, kişisel verilerin hukuka aykırı olarak kaydedilmesini yani fişleme suçunu yapan ve işleyenlerle ilgili olarak hüküm şöyledir: “(1) Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Kişisel verinin, kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin olması durumunda birinci fıkra uyarınca verilecek ceza yarı oranında artırılır.”
Hangi konuda olursa olsun, Anayasa ve yasalarda belirtilen hususların gereği yerine getirilirse hukuk devletinin de gereği yerine getirilmiş olur. Anayasa ve yasaların gereğinin yerine getirilmediği durumlarda, devlet dediğimiz o sistem aygıtında zafiyet yaşanır, her şey allak bullak olur, tam anlamıyla anarşi meydana gelir. Bazıları haksız bir şekilde lüks ve şatafat içinde tepinirken bazıları hayatta kalabilmek için çöplerden gıda devşirmeye çalışır, toplumda büyük bir huzursuzluk ve infial meydana gelir.
Kişinin dünyaya ve olaylara bakışı, dünya görüşü, siyasi düşüncesi, dini, mezhebi, ırkı hatta uyruğu ne olursa olsun, anayasa ve yasalarda yazılı olan ne varsa onlara aykırı bir davranış sergilemedikçe kişiler hak ve özgürlüklerinden eşit olarak yararlanır ve bundan mahrum bırakılamazlar. Bu anlamıyla da devlet, inançlara eşit mesafede olduğundan tam anlamıyla laik olma vasfıyla arzı endam eder. Laikliğin de gereği budur.
Fiziki yapılarda olduğu gibi her sosyal yapının birtakım temel dinamikleri vardır. Bu dinamiklerden birinde görülen zafiyet, zamanla diğerlerine sirayet eder, bulaşır. Tamiri, tedavisi, bakımı yapılmaz, dinamikler güçlendirilmezse o yapı zamanla çöker. Bu, herhangi bir bina için geçerli olduğu gibi, aile, devlet, çeşitli topluluk ve cemaatler için de geçerlidir!..
Devletlerin temel dinamiklerinin başında adalet gelir. Anayasa ve yasaları adaleti ikame etme amacı gütmeyen devletler ne kadar güçlü olursa olsun kısa bir zaman sonra çatısı çatırdamaya başlar ve zaman içerisinde yıkılmaya mahkûm olur. Zira adaletin olmadığı yerde zulüm, haksızlık ve hukuksuzluk vardır. Derler ki “Küfür devam eder, zulüm devam etmez.” Yine kelam-ı kibar arasında zikredilen Şeyh Edebalı’ya ait bir söz vardır: “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın!” Bu, niçin böyledir?
Devlet; hür ve bağımsız bir şekilde tasasız, endişesiz, hak ve hukuk içerisinde birlikte yaşama düşüncesiyle bir arada geleceğe yürümeye sözleşmiş toplulukların benimsediği idare sistemi değil midir? Öyleyse devlet, anayasa ve yasalar çerçevesinde vatandaşlık bağı ile bağlı olan vatandaşları arasında ayrım yapmadan sistemi işletirse âdil olur. Devlet yapısının altında yaşayan insanlar da huzurlu ve mutlu olur. Âdil ve hakça bir düzeni ile halkını huzurlu ve mutlu eden devletlerin ömürleri de uzun olur. İşte, devletler için uzun ömürlü olmanın sırrı, adaleti ikame etmek ve her daim onu hâkim kılmaktır.
Devleti yönetenlerin dindar olmaları iyidir. Ama onların iyi olmaları için bu yeterli sebep değildir. Kişinin dindar olup olmaması onunla Allah arasında olan bir meseledir. Ancak devlet erkini elinde bulunduran yönetici kişilerin toplum açısından iyi ve güvenilir oluşunun alameti, en başta âdil olması, vatandaşları arasında ayrım yapmaması, eşit olan ikisinden birini diğerine tercih ederek birinin haklarını alıp diğerlerine haksız bir şekilde vermemesidir. Herkesin anayasa ve yasalardan doğan hakkını özgürce kullanabilmesine imkân tanımasıdır. Yöneticilerin gerçek iyilik profili, toplumda insanlar arasında adaletli davranıp davranmadığı, adaleti topluma hâkim kılıp kılamadığı ile ortaya çıkar. Adaletten uzak bir yönetici, zulme çanak tutması sebebiyle zalimlerden olur. Çünkü “Zulme rıza zulümdür.”.
Toplumda huzursuzluğun baş göstermesine sebep olan işlerin başında devletin, vatandaşlarını yapılması suç olan “fişlemeye” tabi tutması ve sistemi bu fişlemeye esas oluşturacak biçimde işletmesidir. Bu fiili işlemek nasıl bir suçsa ve vatandaş olarak biz bunu kabul etmiyorsak acaba bu vatan toprağının üzerinde yaşayan toplumun bir ferdi olarak bizim zihinlerimiz nasıl ve ne durumdadır? Hiç düşündük mü bunu? Yapılmasını asla onayladığımız bir fiil olan fişlemeleri zihinlerimizde kendimiz yapıyor muyuz, yapmıyor muyuz? Açık ve dürüst olalım. Yapıyorsak bunu ne için, nasıl ve hangi amaçla kullanıyoruz? Sadece insanları tanımak için mi kullanıyoruz? Yoksa, onların bazı haklarına engel olmak, onların haklarını, imkânlarını kendimize yönlendirmek ve sistem içinde benzerler yardımlaşması ve dayanışması oluşturmak için mi? Eğer bu zihin faaliyetini ikinci özellikte belirtilenler için kullanıyorsak devletten ve başkalarından şikâyet etmeye hiç de hakkımız yok demektir ve olmayacaktır da!
Zihnimizdeki fişlemeleri kişiler arasında, toplum önünde veya nezdinde konuşma malzemesi yaparsak bunlar konuşmalarımızın dolguları içinde yer alıyorsa dini açıdan gıybet ve dedikodu günahını, toplum açısından da güvensizlik eylemini işlemiş oluruz. Olmayan olumsuz özelliklerini, durumlarını konuşuyorsak konuştuklarımız ile bir kesimin fertlerine iftira atıyoruz demektir ki iftira en büyük günahlardandır. Çünkü iftiralar, dedikodularla birleşince fitne meydana gelir. İlahi Kelam’da, ayet-i kerimelerde fitnenin katilden, öldürmeden daha şiddetli bir günah olduğu beyan edilir, hatırlatılır.
İlk defa karşılaştığımız birisi için zihnimizde onunla ilgili ön yargılar, ön kabuller varsa bu da bir çeşit zihni fişlemedir. Siz o kişinin güzelliklerinin üstüne, zihni fişlemelerin bir esası olarak bir kova zifti boca etmişseniz, o kişinin güzelliklerini görünmez hâle getirdiğiniz gibi kendinizi de ziftler dünyasının bir sakini olarak tanıtmışsınız demektir. Çünkü insan tercih, söz ve eylemleriyle kendini tanıtır ve yansıtır.
Zihni fişlemelerden kurtulmanın, doğru, salim ve duru bir düşünceye ermenin yolu aklı, evrensel insani ölçüler çerçevesinde çalıştırıp başkalarının, hâkim siyasi iradenin algılarına pirim vermeden, tam anlamıyla kendi iradesinin hakkını vererek akıl ve mantık ile düşünüp öyle kararlar alabilmekten geçer. Ancak o zaman, insanların kendi yeteneklerini rahat bir şekilde ortaya koymalarına imkân tanımış, ortaya konan eserleri de sağlam bir akıl ve selim bir kalple değerlendirebilmiş oluruz. Divan şiirinin önemli isimlerinden Bağdatlı Ruhi ne güzel söyler: “Sanma ey hace ki senden zer ü sim isterler/ Yevme la yenfau da kalb-i selim isterler.” Yani “Sanma ey hoca ki, senden altın ve gümüş isterler. Hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde temiz gönül isterler.”
Meselenin bir başka yönü de toplumun huzuru ve sağlıklı iletişimidir. Gerçekten de bizler toplumun huzurunu istiyor, fertler arasında sağlam ve sağlıklı bir iletişim ve diyaloğun kurulmasını, yaşanmasını istiyorsak toplumun bünyesine giren zihni fişlemelerden kendimizi ârî kılmalı ve uzak tutmalıyız. Bu ferden ferda böyle olmalıdır. Varsa zihnimizde böyle bir hâl, toplumsal düşünce bağlamında zihnî tövbeler içerisinde olmalıyız. Bu tavır, bizi toplumsal virüslerden arınmamıza imkân verir.
Devletler, evrensel hukuk, anayasa ve yasalar gereği suç olan bu fişlemelerden kaçınmalı, varsa bunları imha etmeli, yapanları da hukuk çerçevesinde hak ettikleri cezaları vermelidir. Toplumu oluşturan fertler de sağlıklı ve selim bir düşünceye, topluma sahip olmak ve o toplumda huzur ve esenlik içerisinde yaşayabilmek için zihinlerimizi fişlemesiz bir hâle getirmeli, bu bağlamda zihinlerimizi aklıselim ve zevkiselim ile yeni biçimlendirme yoluna gitmeliyiz.
Zihinlerini topluma zararlı bu eylemlerden kurtarmamak veya o hastalıkla malul olmak, en başta kendimizi sağlığa kavuşturmamak ya da hastalıklı ruh hâletiyle geleceğe, huzursuzluğa yürümek demektir. Ya tertemiz bir zihin ve sağlıklı bir toplum yahut hastalıklı bir zihin ve hastalıklarla malul bir toplum!.. Unutulmamalıdır ki hastalıklı fertlerden sağlıklı bir toplum inşa edilemez. Aynen öyle de hastalıklı zihinlerden sağlıklı düşünme ve sağlam düşünceler meydana gelmesi söz konusu olamaz.
Zihni fişleme ile malul bazı ağızlarda sürekli olarak çiğnenen sızma isimli bir sakız vardır. Bu sakız, vatandaşlar arasında fişleme ve ayrım yapıldığının, onları anayasal haklarından nasıl mahrum bırakıldığının itirafından başka bir şey değildir. Bir yerde sızma eyleminden bahsediliyorsa o yerde yasak eyleminin varlığı söz konusudur. Yasak olmayan bir yerde sızma söz konusu değildir. TDK Güncel Türkçe Sözlük’e bakanlar bunun böyle olduğunu görecek ve anlayacaktır. Zihni bu tür virüslerden de temizlemelidir ki toplumun birlik ve beraberliği, huzur ve güveni sağlanabilsin, güzelliklerinin üzerine kova kova ziftler boca edilmemiş olsun!..
İster devlet isterse fertler yapmış olsun, hukuki ve etik olmayan hiçbir fişleme muteber değildir, kabul edilemez. Toplumun güzelliklerini böylesi ziftlerle karartmayalım. Resmi veya zihnî fişlemeler, ancak ve sadece ayet-i kerimede belirtildiği gibi “tanışıp bilişme” maksadına matuf olarak istifade edilirse iyidir. Aksi takdirde batıl bir düşünce sistematiği içerisinde, hastalıklı bir şekilde geleceğe yürümüş oluruz. Hastalıklı bir şekilde geleceğe yürümenin sonu ise tam bir toplumsal çöküştür. Rabbim kötü akıbete duçar olmaktan milletimizi ve insanımızı muhafaza buyursun, âmin!