Osmanlı’nın İlk Müderrisi: DAVÛD-İ KAYSERÎ
Davûd-i Kayserî, kelâm, tasavvuf ve felsefe alanında önemli bir isim olmasına rağmen hakkında çok az bilgi bulunmaktadır. İsmi, eserlerinde Dâvûd b. Mahmûd b. Muhammed er-Rûmî el-Kayserî es-Sâvî er-Rûmî şeklinde geçer. Orta Anadolu’nun Kayseri şehrinde doğduğundan el-Kayserî, asıllarının Azerbaycan coğrafyasındaki Sâve kenti olmasından dolayı es-Sâvî, Anadolu’da müderrislik yapması dolayısıyla da er-Rûmî nisbesini almıştır.
Davûd-i Kayserî, kendi risalelerinde geçtiği kadarıyla Kayseri’de dünyaya geldi. Babasının ismi Mahmûd, dedesinin ismi ise Muhammed’dir. Doğum tarihi hakkında pek malumat bulunmamaktadır. Bazı kaynaklarda doğum yeri olarak Karaman şehri de gösterilir. Ancak bu, kendi eserlerinde verilen bilgilere ters düşer. Çünkü başta Muhyiddin İbn Arabî’nin Füsûsü’l-Hikem adlı eserine yazdığı şerh olmak üzere birçok eserinde doğum yerinin Kayseri olduğu belirtilir. Bunun yanı sıra eserlerinde, asıllarının Azerbaycan coğrafyasında bulunan Sâve kentine ait olduğu bilgisi bulunur. Bu da ailesinin zaman içinde Sâve kentinden Anadolu’ya göçtüklerini gösterir. Zaten o dönemde savaşlar ve geçim kaygısı dolayısıyla nüfus sirkülasyonu çok yoğundur. Çünkü Moğol istilâsı bütün bir İslâm dünyasını etkilemiş durumdadır. Davûd-i Kayserî’nin ailesinin de bu istilâ dolayısıyla daha emin gördükleri batıya göç etmiş olmaları kuvvetle muhtemeldir. Nitekim Moğollarla Anadolu Selçukluları arasında 641/1243 tarihinde Kösedağ savaşı vuku bulmuş ve Selçuklu kuvvetleri yenilmiştir. Her ne kadar Moğollar Anadolu kentlerine girmemişlerse de sıkı bir siyasî kontrol uygulamışlardır. Davûd-i Kayserî, Kayseri’de doğduğuna göre, ailesinin bu savaştan önce henüz Anadolu’nun emîn ve huzurlu olduğu bir zaman diliminde göç etmiş olması güçlü bir ihtimal olarak görülmektedir. Öte yandan babası ve dedesinin Mahmud ve Muhammed isimleri dikkate alındığında kültürlü ve dindar bir aileye mensup olduğu fark edilir. Kendisine Davud isminin verilmesi de ayrıca bu duruma işarettir. Küçük yaşlardan itibaren medrese eğitimine başlatılması, kültür düzeyi yüksek bölgelere eğitim için gönderilmesi ailesinin bu yönünü ele veren diğer delillerdir.
Davûd-i Kayserî, ilim hayatına doğduğu yer olan Kayseri’de başlamıştır. Çünkü Kayseri o dönemin en önemli kültür ve ticaret kentidir. Çağdaşı olan gezgin İbn Battuta’nın verdiği bilgiye göre Kayseri bölgenin en büyük kentlerindendir. Anadolu Selçukluları egemenliğinde bulunan kent, devletin birkaç gözde ve büyük kentlerinden biridir; imar ve iskân faaliyetlerinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu yönüyle de yoğun İlmî ve kültürel faaliyetlere sahne olmuştur. Sözgelimi Sahabiye ve Hunat Hatun medreseleri ile Cevher Nesîbe Şifahanesi gibi bugün dahi ayakta kalmış olan birçok yapı dönemin bu yönünü ele veren somut delillerdir. Davûd-i Kayserî’nin bu ortamdan istifade etmemiş olması düşünülemez.
Davûd-i Kayserî’nin ikinci eğitim durağı Karaman’dır. Karaman’ın seçilmesinin çok önemli nedenleri vardır. Çünkü o dönemdeki adı Lârende olan Karaman, Anadolu’da Anadolu Selçuklularından sonra kurulan en büyük beylik olan Karamanlıların merkezi idi. 654/1256 tarihinde Karaman b. Nûre es-Sufî tarafından emirlik haline getirilen Karamanlılar, şehri, kültürel faaliyetlerin ve güzel sanatların merkezi yaptılar. Böylelikle şehir bu alanda çalışmak isteyenler için bir çekim merkezi konumuna gelmiş oldu. İbn Battuta, Karaman Beyi Bedreddin Mahmud döneminde Lârende’ye geldiğini bildirir. Söz edilen Bey, 677/1278 tarihinde yönetime geldiğine göre İbn Battuta’nın bu tarihten sonra şehre gelmiş olması gerekir. Muhmeteldir ki, aynı zaman diliminde Davûd-i Kayserî de bu şehirdedir. Çünkü bu tarihler 751/1351’de ölen Davûd-i Kayserî’nin eğitim dönemlerine tekabül etmektedir.
Davûd-i Kayserî’nin eğitiminin üçüncü durağı ise Kahire’dir. Kahire o dönemde bölgenin âbide kenti konumundaydı. Çünkü Moğolların girmediği birkaç İslam kültür merkezinden biri idi. Eyyübîler döneminde mescitler, medreseler, hankâhlar yanında sahabe, ehl-i beyt ve âlimlerin kabirleri üzerlerine yapılan türbeler ile kentte, ihtişamlı bir görüntü vardı. Çok sağlam bir sosyal yapı bulunmaktaydı; Eyyûbî sultanlarının ilgisi ile yetim ve fakir çocukların okuyacağı okullar açılmış, bütün insanların refah ve mutluluğu için bir atılım başlatılmıştı. Bu atılımın Memluk sultanları döneminde de devam ettiğini görüyoruz. Davûd-i Kayserî döneminde Sultan olan Nâsırüddîn Muhammed bu tür yapılara önem vermiş ve ilim-kültür hayatını desteklemiştir. Dönemin en canlı bilimsel kurumu Ezher medresesidir. Burada bilim adamları ve öğrenciler toplanır ders okurlar ve bilimsel müzakerelerde bulunurlardı. İbn Battuta, Davûd-i Kayserî’nin Mısır’a gittiği dönemde çok canlı bir ilim hayatının olduğunu bildirir. Mısır uleması diye saydığı isimler içerisinde Anadolu kentlerinden olan Aksaraylı ’şeyhu’l-kurrâ’ Mecdüddîn Aksarayî de bulunmaktadır. Burada başta Arapça olmak üzere mantık gibi alet ilimlerinin yanı sıra kelâm, fıkıh, tefsir ve hadis gibi temel dinî bilgilerini geliştiren Davûd-i Kayserî, Konya’ya uğrayarak memleketi Kayseri’ye döndü.
Kayseri’den tekrar yola çıkan Davûd-i Kayserî bu kez güzergâhını doğu olarak belirlemişti. Azerbaycan’ın Sâve kentinde karşılaştığı Kaşânî’den (736/1335) son derece etkilendi ve onun teşvik ve yönlendirmesi ile tasavvufi ilimlere yöneldi.
Muhtemeldir ki, Davûd-i Kayserî, hocasının ölümden yani 736/1335 tarihinde sonraki bir tarihte tekrar Anadolu’ya döndü. İznik’teki medresede 15 yıl görev yaptığı dikkate alınırsa, hocasının ölümü ile birlikte Anadolu’ya geçtiği büyük ölçüde kesinlik kazanmış olur. Çünkü çok sevdiği ve bağlandığı insanın yanından ölümünden önce ayrılması beklenmemelidir. Ancak onun iznik’e hangi vesile ile gittiği bilinmemektedir. Bilinen bir gerçek, kuruluşundan itibaren istikrarlı bir gelişme seyri izleyen Osmanlı Beyliğinin ulema için de çekim merkezi olmaya başlamasıdır. Çünkü İznik tarih itibariyle Bizans’ın önemli kentlerinden biri idi. Milâdî 325 tarihinde düzenlenen meşhur İznik Konsiline ev sahipliği yapması önemini göstermesi bakımından kayda değerdir. Öte yandan Davûd-i Kayserî’nin bulunduğu dönemde de İznik’in mamur bir kent olduğunu İbn Battuta bildirir. İznik’in fethi ile eğitim alanında da bir girişimin ve atılımın gerekli olduğunu gören Orhan Gazi, burada yaptırdığı medreseye Davûd-i Kayserî’yi müderris olarak atadı. Bu medrese inşaatının 1 336 tarihinde bittiği kayıtlarda belirtildiğine göre, bu tarihte onun müderrisliğe getirilmesi söz konusudur. Zaten medresenin açılış tarihi ile hocası Kaşanî’nin ölüm tarihi arasında bir yıl vardır. Demek ki, Davûd-i Kayserî hocasının ölümü ile birlikte Anadolu’ya dönüyor, daha huzurlu ve emin gördüğü Osmanlı Beyliğine gidiyor. Burada onun Osmanlı Beyliğinin geleceğinin parlak olacağı öngörüsünde bulunmuş olması da kuvvetle muhtemeldir. Bu ortam içerisinde İznik’te istikrarlı bir eğitim faaliyeti yürüten Davûd-i Kayserî, Orhan Gazi’nin kurduğu medresede ölümüne kadar on beş yıl müderrislik yaptı. Onun Kayseri’den başlayan hayat yolculuğu 751/1 351 tarihinde İznik’te vefat etmesiyle son buldu. Nâşı, İznik içerisinde Çınardibi denilen yere defnedildi.
Doç. Dr. Cağfer Karada, Diyanet Aylık Dergi, Temmuz 2006, Sayfa 62
Gül bahçesi
* Kazandığı muvaffâkiyeti kendi tedâbir-i şaibesinden ve bilâkis, felâket ve nuhûseti, seyyiât-ı nefsini düşünmeksizin Cenâb-ı Hak'tan bilenler, henüz kitab-ı irfânın birinci sahifesini bile okumayanlardır.
(Elde ettiği bütün başarıları, kendisinin, yerinde ve zamanında almış olduğu tedbirlerden bilenler, buna karşılık başına gelen felâket ve uğursuzlukları, kendi nefsini hesaba katmaksızın Yüce Allah’tan bilenler, henüz irfan kitabının birinci sayfasını bile okumayanlardır.)
* Kazanmayı bilmeyen, sarf etmesini de bilmez. (Kazanmasını bilmeyen, harcamasını da bilmez.)
* Kalb ve lisân yekdiğeriyle tatbik edilmedikçe söylenilen sözler nâfi ve müessir olamaz.
(Kalb ve dil birbiriyle uyum sağlamadıkça söylenilen sözler faydalı ve etkili olamaz.)
Ali Emirî Efendi, Hakikat Çiçekleri
YORUMLAR
YORUM YAP!
Yorumlarınız editör onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır. Küfür, hakaret, büyük harf ve kişi ve kurumları rencide edici yorumlar onaylanmamaktadır.